EKRAN IŞIĞINDA SOLAN SAYFALAR

20 Ekim 2025502

 

Bir zamanlar öğrencilerimizle aramızda küçük bir yarış olurdu: “Kim bir haftada daha çok kitap bitirecek?” Şimdi aynı çocuklar ellerinde telefonla “Hocam, bu kitabın filmi var mı?” diye soruyor. Gülümsüyorum çünkü aslında mesele kitabın filmi olup olmaması değil; sayfanın yerini ekranın alması. Zaman değişti, alışkanlıklar değişti hatta okumanın anlamı bile değişmeye başladı. Artık gözler satırlarda değil, ekranlarda geziniyor. Bir metinle baş başa kalmak, sabır gerektiren bir eylem. Oysa çağımız “hız” çağı. Bilgiyi, düşünceyi, hatta duyguyu bile kısa videolara sığdırmaya çalışıyoruz. Bu hızın içinde kitaplar ağır geliyor ama işte, anlam da o “ağır” olanın içinde gizli. Okumak, yavaşlamayı göze almaktır; bir fikri sindirmeyi, bir duyguyu hissetmeyi kabul etmektir.

Türkçe öğretmeni olarak sınıflarda her gün aynı manzarayı görüyorum: Telefonların ışığı, kitap sayfalarının gölgesini bastırıyor. Öğrenciler, okumayı çoğu zaman “ders” olarak görüyor oysa okumak, bir insanın kendini eğitmesidir. Okumak; kelimelerle, cümlelerle, insanın kendi iç sesiyle kurduğu bir dostluktur. Bu dostluk kaybolduğunda, düşünme biçimimiz de eksiliyor.

Bir gün bir öğrencim, “Hocam, ben kitap okuyunca sıkılıyorum ama videoda hemen anlıyorum.” dedi. Haklıydı, çünkü video izlemek kolay; kitapla kalmak ise emek ister. Ekran bize sonucu gösterir, kitap ise süreci yaşatır. Ekran anı yakalar, kitap ise zamanı derinleştirir. Ekran bir görüntüdür, kitap bir yolculuk.

Ama ne yazık ki çoğu genç artık o yolculuğa çıkmıyor. Sayfaların arasında kaybolmayı değil, ekranda kaydırmayı tercih ediyor.

Okuma kültürü sadece bir “alışkanlık” değildir; bir medeniyet göstergesidir. Bir toplumun dili, düşüncesi ve değerleri okuma biçiminde saklıdır. Kitap okuyan bir genç, sadece bilgi edinmez; duygudaşlık kurmayı, sabretmeyi, anlamayı öğrenir. Sayfalar arasında gezen insan, bir başkasının duygusuna dokunur, kelimeler aracılığıyla başka hayatlara misafir olur. Biz öğretmenler olarak bazen öğrencilerimize “Günde on sayfa okuyun” deriz. Fakat belki de önce onların neden okumadığını anlamamız gerekiyor. Çünkü bugünün çocukları “okumayı” değil, “bağ kurmayı” arıyor. Belki onları kitabın kahramanıyla tanıştırmalıyız. Belki bir romanı birlikte tartışmalı, bir şiiri birlikte hissetmeliyiz. Okuma eylemini yalnızlıktan çıkarıp paylaşmanın bir parçası haline getirebilirsek, yeniden canlanır o eski heyecan.

Okuma kültürünü yaşatmak, sadece bireysel bir çaba değil, toplumsal bir sorumluluktur. Her okulda bir kitap köşesi, her sınıfta bir “okuma saati” olmalı. Aileler, öğretmenler, yerel yöneticiler el ele verip çocuklara kitapla buluşma fırsatı sunmalı. Çünkü çocuk, kitabı eline almadıkça, düşünce de kelime de gelişemez.

Ekran ışığı elbette sönmeyecek. Teknoloji, çağımızın gerçeği. Ama biz o ışığın içinde kaybolmamalıyız. Bir gün öğrencilerimizden biri elinde bir kitapla gelip “Hocam, bu kitabı okudum ve çok etkilendim” dediğinde, işte o zaman anlayacağız: Sayfaların ışığı hâlâ yanıyor. Çünkü hiçbir ekran, bir sayfanın sessizliğinde yankılanan o düşünceyi veremez.

Unutmayalım; ekranlar bilgi verir ama kitaplar insanı inşa eder ve bir toplumun geleceği, o sayfaların arasında büyüyen çocukların hayal gücünde filizlenir.

Selçuk OLGAÇ                                                                                                                          Eğitimci/Yazar