Beyaz Ölümün Altında Kalan Vatan
Takvimler 1914’ün son günlerini gösteriyordu. Anadolu’nun doğusunda kar, yalnızca toprağı değil, kaderi de örtüyordu. Sarıkamış’ta yağan kar, bir mevsim olmanın ötesine geçmiş; binlerce askerin son yorganı olmuştu. O askerler ki çoğu bıyığı yeni terlemiş, çoğu annesinin duasını cebinde taşıyan çocuklardı.Silah vardı ama eldiven yoktu. Cesaret vardı ama çorap yoktu. Vatan sevgisi vardı; fakat kış, insanî sınırların çok ötesindeydi. Askerlerimiz düşmanla çarpışmadan önce soğukla savaştı. Ve ne yazık ki bu savaşı kazanmak mümkün değildi. Çünkü Sarıkamış’ta kurşun değil, ayaz öldürdü.Allahuekber Dağları, tarihin en sessiz çığlıklarına tanıklık etti. Aynı anda donan eller, aynı anda duran kalpler vardı. Yan yana uzanmış binlerce beden, aynı duaya durmuş gibiydi. Belki de bu yüzden Sarıkamış, bir askerî yenilgiden çok, insanlık tarihine kazınmış büyük bir vicdan yarasıdır.Bugün Sarıkamış’ı anmak, yalnızca geçmişe bakmak değildir. Aynı zamanda “Bir daha asla” demektir. Tedbirsizliğin, ihmalkârlığın ve yanlış kararların bedelini en ağır şekilde ödeyenlerin adıdır Sarıkamış. Ama aynı zamanda; emre itaatin, vatan için susmanın ve kaderi bile sorgulamadan yürümenin adıdır.Her yıl ocak ayında, karın üzerinde yürüyen gençleri izliyoruz. Ayakları üşüyor ama kalpleri sıcak. Çünkü onlar biliyor: Sarıkamış’ta donan askerler, bu topraklarda bugün özgürce nefes alabilelim diye yürüdüler o yollardan.Sarıkamış şehitleri, mezar taşları olmayan ama yüreklerimize kazınmış bir destandır. Onları anmak bir tercih değil, bir borçtur. Kar erir, izler kaybolur; fakat Sarıkamış asla unutulmaz.



