BİR ZAMANLAR

12 Eylül 2025219
Vaktiyle insanlara keyif veren,yapmacık gülüşlerden ziyade neşeden kahkaha attıran şeylerin zamanla yok olduğunu derin bir üzüntüyle izliyorum.”Zaman böyle ne yapalım,yüzyıla ayak uyduruyoruz,yorgunuz ya da çok koşturuyoruz” gibi bahanelerle kendimizi oyalasak da koşturmacalar bitip herkes evine çekildiğinde gerçekle yüzleşiyoruz,çünkü yorgunluk geçince de değişen bir şey yok,her geçen gün bir önceki güne daha mutsuz uyanıyoruz.
Dünya aynı dünya,ne dinlediğimiz şarkılar ne de sohbetin en koyu anlarında köpürte köpürte içtiğimiz kahveler değişti aslında,dostlarla buluşup içimizi döktüğümüz masalar hala aynı yerde,fakat boş,üstelik renkler solmuş,aynı tat yok.
Bir zamanlar yüzümüzde gülücükler açtıran,kalbimizi güm güm attıran ne varsa inanılmaz bir kayıtsızlık,doymuşluk…Nasıl bir yüzyıl,nasıl adlandırılmalı bu çağ? Dünya,doygunluğu azalan renksiz,tatsız ve tuzsuz bir fotoğrafa dönüşüyor gözümde.Trafiği,işi gücü,gürültüsü patırtısı ve kirliliği ile yorulmuş şehirlerin sosyal medya  ve klavye bağımlısı mutsuz bedenleri ile her gün biraz daha eksiliyoruz.
Eskiden saatler,günler öncesinden heyecan ile beklediğimiz zevkler,eğlenceler artık dakikalar içerisinde kolayca tüketiliyor,hızla sömürüyoruz ne kalmışsa kıyıda köşede çocukluğumuzdan.
  Sakinleştirici,rahatlatıcı psikiyatri reçeteleri havada uçuşuyor,çünkü kolaya kaçıyoruz,ertesi güne robotlaşmış bedenlerimizin yine dimdik ayağa kalkması lazım,o yüzden en kestirme yol bu…Halbuki ”sosyal reçete” diye bir şey var fakat başta ilaç şirketleri olmak üzere kimsenin işine gelmiyor.
Bir müzik aleti çalabilmek,haykıra haykıra şarkılar söyleyebilmek, yürümek doğada umarsızca,kent kütüphanelerinde kitapların kokusunu yeniden hatırlamak veya hayatın film sahnesi gibi her gün farklı konulara gebe olduğu dostlar kahvehanesinde iki çift lafın belini kırmak…İşte bütün mesele bu; işte yaşıyorum!